1) Rahmetli büyüğümüzden çocukluğumuzda sık sık “zannetmek mazeret değildir.” sözünü duyardık. O zamanki aklımızla bunun manasını pek anlayamazdık ama zannetmenin iyi bir şey olmadığı
düşüncesi zihnimizde yer etmişti. Yıllar sonra,
“Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır……..”. Hucurât Suresi 12.
Ayetini okuyunca, hayat içinde karşılaştığımız olaylar ve insanlarda zannın, zannetmenin insanları nasıl yanılttığını, nelere sebep olduğunu görmüş ve bu ilahi ifadenin ne kadar önemli bir uyarı ve hikmet taşıdığını daha iyi anlamaya başlamıştık. İlahi ifadelerin kitap raflarında değil, hayat bahçesinde ışıklarını saçmaya başladığını da.
Bilimsel çalışma ve araştırma yapan insanlar, kainattaki her şeyin çok sağlam sebeplere, çok büyük ve muhteşem bir düzene ve sarsılmaz kanunlara bağlı olarak gerçekleştiğini, zan ve tesadüf diye bir şeye yer olmadığını, bu kanunların kimsenin istek ve arzusu ile değişmediğini, doğaüstü olayların, mucize, keramet, rüya, fal, ilham v.b kaynakların son derece istisnai durumlarda görülebileceğini ve asla tedbir, amel ve hükümlerde dikkate alınamayacağını bilirler. Bu bilimsel yaklaşım Kur’an-ı Kerimde de birçok yerde açıkça bildirilmiş ve,
“Ve insana, kendi gayret ve çabalarının sonuçlarından başka bir şey yoktur!” (Necm Suresi 39) muhkem hükmü konulmuştur.
Cenab-ı Hak CC Resulüne SAS ve mü’minlere müşriklere karşı silah ve ordu hazırlamalarını, bilim ve tekniğe uygun, savaş stratejisine göre tedbirler almalarını emretmiştir.
“Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarfettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir.”( Enfal 60 )
İlimden nasibi olan bir insanın asla söyleyemeyeceği ilk şey, “ bana göre” ise ikincisi “zannediyorum.” dur. Kesin bilgi olmayan konularda ihtimal hesapları ortaya konulur ve ihtimalin derecesine göre tedbirler alınır. Asla zan ile hüküm verilmez ve amel edilmez.
2) Diğer taraftan, insanın cehaleti arttıkça zannetmesi de artar. Çünkü zan ilmin düşmanıdır. Ya ilimle amel edilir ya da zanla. Ne yazık ki insanların büyük bir kısmının en önemli konularda bile zanlara yani boş ve aslı astarı olmayan hayallere istinat ettikleri görülmektedir. Fay hatlarına, dere yataklarına , sulak arazilere 10 katlı çürük binaları yapanların ve bunları onaylayıp ruhsat veren, aflar çıkaran yetkililerin dayanakları “nasıl olsa bir şey olmaz” zannından başka bir şey midir? Faizli haram kredilerle o binaları yaparlarken ve satın alırlarken de “nasıl olsa bir şey olmaz” zannetmemişler miydi?
Ama ilim ve ahlak yerine cehalet ve zannı tercih edenler, “bir şey” değil “çok şey” olduğunu acı bir şekilde görmediler mi?
3) Bir kişinin başkalarını ilgilendirmeyen kendi işinde zan ile hareket etmesinin en fazla kendisine zararı olur. Milyonlara hükmeden yetkili bir yöneticinin zan ile hareket etmesi ise umumi felaketle sonuçlanır. Savaşta bir askerin hatası ile komutanın hatası arasındaki fark gibidir. Napoleon’un Fransa- Rusya savaşında, Alman generallerin II. Dünya savaşında kış aylarında Rusyaya saldırmaları yüzbinlerce cana ve savaşın kaybedilmesine malolmuştur. Onlar silah üstünlüğü ve kahramanlıkla savaşı kazanacaklarını zannetmişlerdi. Uçsuz bucaksız Rus steplerinde, silahların eksi 20 derecelerde donarak ölen aç askerlerin ellerinde işe yaramayacağını zannetmemişlerdi.
4) Özellikle “biz müslümanız” diyenlerin bu zan konusunda çok daha dikkatli olmaları gerekir.
Çünkü onlar eğer inanç sahibi müslümanlar ise yaptıkları her şeyin, verdikleri her sözün ve aldıkları her emanetin bir hesabı olduğu gerçeğini hiç bir zaman unutmamalıdırlar. İnandıklarını söyledikleri, öpüp başlarına koydukları, üzerine yemin ettikleri kitaplarında “zanla, fasıkların getirdiği haberlerle kararlar alırlarsa pişman olacakları, şeytanın adımlarını takip ederek, cennete değil cehenneme gidildiği, ve inandık demekle cennete girivereceklerini zannetmemeleri gerektiği” yazılı değil midir?
Bu gün Müslümanların büyük bir kısmı faiz alıyor ve veriyorlar. Onlara göre faiz sanki haram değildir. Bunu hatırlatır ve uyarırsanız “ ama devlet veriyor” şirk kokulu cevabı alırsınız. Faiz alan veya veren bir Müslüman bunu neden rahatlıkla yapabiliyor, pişman değil, tövbe ihtiyacı da duymuyor?
İleride de almaya niyetli ve bu yönde planları var?
İşte bu faiz olayı zannın bir müslümanı nasıl ifsad ettiğinin canlı bir örneği değil midir? O faiz alırken bunu helal zannediyor, “haramdır ama yine de alıyorum” demiyor. Rejimin buna izin vermesini hatta desteklemesini mazeret/bahane olarak görürken onun haramı helal kılabileceğini zannetmiyor mu?
Laik, yani Allahın CC indirdiklerini reddeden bir yönetimin hala İslamı temsil ettiğini zannetmiyor mu?
Bütün bunlardan sonra kendisini hala Müslüman zannetmiyor mu?
5) Aralarında bir ihtilaf çıktığında; birbirlerini zan ve peşin hükümlerle, tahkik edilmemiş yalan yanlış haberlerle suçlamak yerine ,
“(De ki:) “O, her şeyi detaylandıran bir Kitab’ı size indirmişken, Allah’tan başka bir hakem mi arayacakmışım?” Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun (Kur’ân’ın), Rabbin tarafından hak olarak indirilmiş olduğunu kesin olarak bilirler. Sakın şüphecilerden olma.” (6/En'âm 114)
“Allah’a ve Resûl’e iman ve itaat ettik.” derler. Sonra onlardan bir grup (bu sözlerinin) ardından yüz çevirir. Bunlar mümin değillerdir.” (24/Nûr 47)
“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resûl’üne davet edilen müminlerin sözü: “İşittik ve itaat ettik.” demeleridir. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (24/Nûr 51)
“ Sana vahyedilene uy ve Allah (aranızda) hükmedinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.” (10/Yûnus 109)
“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra senin verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”(Nisa 65).
Mealinde bir çok ayette emredildiği gibi Allah ve resulunü hakem yapmaları yani O nun indirdiği hükümleri, şeriatı uygulamaları gerekmez mi?
6) Zan; geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekle ilgili olabilir. Geçmişteki olayları zan ile değerlendirmek düpedüz cehalettir. Gerektiği gibi araştırmadan, öğrenmeden, doğru zannedilen yanlış veya çarpıtılmış bilgilerle, yanlış kriterlerle verilen hükümler ve kararların isabetli olamayacağı açıktır.
Şimdiki zamanda konulara zan ile yaklaşmak da cehaletten kaynaklanan bir durumdur. Olayları ve insanları doğru ve hakkaniyetle değerlendirebilmek için yeterli bilgi, tecrübe ve ahlak lazımdır. Yani cahillerde olmayan şeyler.
Gelecekte olması ve karşılaşılması muhtemel konularda zan ile planlar yapmak ve hükümler vermek ise bunlardan daha tehlikeli ve saptırıcıdır. Gelecek insanlar için bilinmeyendir, gaybdır ve gaybı ancak Allah CC bilir. O zamandan ve mekandan münezzehtir. Gaybden haber vermek, falcılık, müneccimlik ve kahinlik cahiliye devri adetlerinden olup İslamda şiddetle kınanmış ve yasaklanmıştır. “beş sene sonra falanca ayın falanca günü şöyle olacak” demek, diyebilmek nasıl bir cürettir? Nasıl bir gaflettir? “Bu seçimlerden sonra şöyle olacak böyle olmayacak.” Sözü de aynen böyledir. “Nereden biliyorsunuz?” diye sormazlar mı? Kendisine soru sorulamayanlara tabi olanlar sormazlar. Ama onların sormaması, soramaması bu soruyu ortadan kaldırmaz. Başkaları sorar; “Nereden biliyorsunuz?” Fal mı baktınız? Ebced hesabı mı yaptınız? Yaptı iseniz bunun doğruluk derecesi nedir? Veya bir büyükten mi naklettiniz? O nereden biliyormuş?
“Allah CC dilerse bazı kullarına gaybı bildirir”. Elbette ama sizin o bazı kullardan olduğunuzdan nasıl emin olacağız?
"Yıldızlardan bir bilgi edinen, bir parça sihir elde etmiş olur. Bilgisi arttıkça günahı da artar." (Ebû Dâvûd Tıb 22, 51. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 28) Allah CC resulu buyurdu."Artık onlara gitmeyin (söylediklerine de inanmayın)!" "Bu, içlerinde buldukları bir zan, bir duygudur; bu his onlara mâni olmasın" .
Sahabe "Bizden uğursuzluğa inananlar vardı" deyince Efendimiz, “Bu, insanlık halinin bir sonucu olarak, kalbe gelen bir zan, bir duygudur. Bu, kimseyi yapacağı işten alıkoymasın” buyurmuştur
Buhârî'nin bir rivayetinde (Bed'ül-halk 6) Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Melekler buluta (anân) inerler, gökte geleceğe yönelik verilmiş kararları birbirlerine aktarırlar. Bu esnada şeytan, kulak hırsızlığı yaparak edindiği bilgiyi kâhinlere fısıldar. Onlar da bu habere kendiliklerinden yüz yalan katarlar."
7) Gelecekte ne olacağı, insanların başlarına neler geleceği aslında o kadar da meçhul değildir.
Allah CC insanlara ancak hak ettikleri ve layık oldukları şeyleri verir. O adil-i mutlaktır. Kimseye asla haksızlık yapmaz. Vaadinden asla dönmez. Ayrıca Alemlerin Rabbi CC insanlara neler yaparlarsa başlarına neler geleceğini çok açık bir şekilde bildirmiştir. Dolayısıyla gelecekte başlarına iyi şeyler ve hayırlar gelmesini isteyenler Allaha CC isyan, şirk, nifak, fısk, küfür, cehalet, ahlaksızlık gibi şeylerden uzak dururlar.
Allah CC insanlara değişmeyen sebep - sonuç ilişkilerini anlamak ve geleceğe yönelik tedbir almak için ilim, bu tedbirlerde adaleti uygulayabilmeleri için de ahlak ihsan buyurmuştur. Fay hatlarına, çürük zeminlere çürük binalar yapıp, bunlara ruhsat verip, imar affı ile meşrulaştırdıktan sonra gelecekte er geç olacak bir depremde elli bin veya daha fazla insanın öleceğini bilmek için fal bakmaya gerek yoktur.
“Bu Allah’ın va’adidir. Allah, va’adinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu (gerçeği) bilmeyen (cahillerdir)”. (Rum 6)
“Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11)
Mirzahan HIZAL