Habil ile Kabilin savaşı tarihin diyalektik esasına göre özelde iki kardeşin, genelde ise tarihteki iki karşıt cephenin savaşıdır..
"Oluklar çift yaratılmış, birinden nur akar birinden kir"
Hak ve batıl savaşı, kıyamete kadar devam edecektir.
Hz. IBRAHİM in karşısında Nemrud'u, Hz. Musa nın karışında Firavun'u, Hz. Isa'nın karşısında Roma'yı, Hz. Peygamberimizin karşında topyekun küfrü buluruz.
Hak ve batıl, degişik isimler adı altında sürüp geldi ve bundan sonra da sürüp gidecektir.
Zaman akıp giden bir nehir gibidir.
Nesiller, akan bu nehirde, bir sonraki nesle, hayallerini, beklentilerini, umit ve umitsizliklerini ve aynı zamanda zaaflarını, yenilgilerini devrederek ve miras bırakarak dünya sahnesinden göçüp giderler.
Her nesil kendi "an"ını yaşar. An bir köprüdür, maziden aldığını, istikbale devreder. Bugün küçük gibi görülen olaylar yarının büyük hareketlerini hazırlar. Bugün, dünlerden beslenir, yarınlar bugünlerden. Her nesil bir şeyler kaybeder ve yarınlara bir şeyler bırakır.
Bu süreçte nesillerin kimi, yarı yolda kalır tökezler, taraf değiştirir, kimi, ummana karışmadan kıyıya vurur, kimi görevini yapmış olmanın huzuru ile ummana karışır.
Her nesil, olumlu ve olumsuz olarak bir miras bırakır. Her miras bırakılan fikrin ve görüşün bir alıcısı vardır.
Habil ve Kabil birer semboldürler. Yaptıklarınız ve ya düşündükleriniz sizi ya Habil'e, veyahut da Kabil'e bağlar.
Imparatorlugumuzun son nesli, yaralı bir nesildir. Hikmet-i vücudundan, mukaddeslerinden, düşuncelerinden koptular ve koparıldılar. Batının yalanları karşısında diz çöktüler. Hürriyet, adalet, musavat gibi tılsımlı kelimeler, onların akıllarını başlarından aldı. Kişiliklerini ve benliklerini kaybederek hiç bir şeye benzemeyen hilkat garibelerine döndüler.
Neyi arıyorlardı ve
aradıkları şey ne idi ve ne istiyorlardı?
Onlar, aslında neyi aradıklarını da bilmiyorlardı. Kulaklarına fısıldanan ihaneti anlamayacak kadar da basiretsizdiler. Ayırıcı vasıfları ise: aldanmak ve aldatmaktı.
Bir oyuna girmişlerdi ve bu oyununun son perdesini de oynamak istiyorlardı. Oyunun senaristi; bizi asırlarca savas meydanlarında yenemeyen, sımarıklıği bencilliği, egoizmi ile KABIL i temsil eden ve Habil'in mirascılarını ortadan kaldırmak isteyen batıl idi.
Halbuki 19. asra kadar, Osmanlı ülkesinde, ortak bir inanç vardı; Islamiyet: İlahi Vahye dayanan hakikatlerin bütünü. İslamiyet; akından akına koşturan gaza ruhuydu. Tek bir hakikat vardı: Kelam-ı Kadim.
Ötesi eğlence, geçici işlerdi.
Bütün bir sosyal düzenin temeliydi Islamiyet. Bir sınıfın veya bir kavmin değil, ümmetin inançlarını dile getiriyordu. Ayıran değil birleştirendi. Inananlar kardeştiler.
'İslamiyet: Süleymaniye de Kubbe, Baki de şiir, İtri de nağme... Yunus'un mısralarını kanatlandıran imanla, Mesnevideki pırıltılar aynı ezeli nurdandı."
Batının karanlik dehlizlerinde hipnotize edilen aydınlar, kendilerine sunulan düşüncelere susuzdular; mukaddeslerinden koptular ve diyar-ı küfre yelken açtılar. Her biri birer canlı yalan makinasına dönüşmüşlerdi. Onlar batı başkentlerinden, adalet, hürriyet, müsavat dedikçe, bunlar burdan bir yankı gibi, adalet, hürriyet, müsavat diye ses verdiler.
Kimin için, adalet, kimin için müsavat ve kimin için hürriyet istedikleri daha sonra ortaya çıktı.
Batı'nın bu tılsımlı kelimeleri, onları tarihlerinden coğrafyalarından, mukaddeslerinden kopardı.
Cihat meydanlarında zaferden zafere koşan, bu mücahitler ordusunun torunları; düşmanın yalanları karşısında direnemeyip teslim oldular. Teslim olan bir ordu için zafer kadar yenilgi de söz konusu değildir.
Cağ bir arayış humması içindedir... Ilk defa ulema sınıfı parçalanıyor, çevresine yeni teklifler sunan bir aydınlar gurubu ortaya çıkıyordu. Genç Osmanlılar (Jön Türkler) bu gurubun en tanınmış temsilcileriydi.
Hürriyet mücadelesi adı ile vaftizlenen Jön Türkler, Osmanlı devletinin bir an önce yıkılmasını kolaylaştırmıştır.
Vatanlarını yaşanmaz buluyorlardı, bu vatanı yaşanmaz hale getirdiler.
Kaçmak, Bir kurtuluştu, mazinin yüklerinden, igrendikleri çevreden, kaderlerinden ve tarihlerinden.
Atalarının kendilerine bıraktıkları mirası yüklenemeyecek kadar ödlek çıktilar.
Sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı küfre yelken açtılar.
Kimi, Iran'a, kimi Turana, kimi Yunan'a, kimi de batıya kaçtı.
Bütün mabetlere uğradılar ve aradıklarını bulamayınca, yorgun argın ve hüzünlü olarak ülkelerine döndüler.
Memlekette meşrutiyet kurulduğu taktirde kurt ile kuzunun yan yana yaşayacağını zanneden ittihatçılar, monarşik iktidarı devirmek üzere Ermeni ve Bulgar komitecileri ile anlaşarak birlikte hareket etmişlerdi. Komitecilerin gayesi Osmanlı devletini yıkarak toprak ve istiklal kazanmak, ittihatçıların gayesi ise iktidarı ele geçirerek kendi metotları ile daha kuvvetli bir devlet kurmak olduğu için, bu işbirliği çok kısa sürdü. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra ittihatçılar Ermeni ve Bulgar komitacılarıyla boğazlaşmak zorunda kaldılar.
İttihatçılar devlet sorumluluğunun dağ başlarındaki tatlı hayallerden çok farklı olduğunu acı bir şekilde öğrendiler. Kendi elleriyle kurdukları meşrutiyeti yine kendi elleriyle boğdular. En sonunda her birisi işbirliği yaptıkları Ermenilerin kurşunlarıyla canlarından oldular.
Bu nesiller, ihtiraslarının, gafletlerinin ve kendilerinin mağlubu oldular.
Şu an değişen nedir ve ne değişmiştir? Oynanan oyun aynı. Yine vasıtalar insafsız, kanlı ve abes. Kuklacılar aynı, kuklalar yer değiştirdi. Firavun'un ehramlarına taş taşıyan köleler ve köle ruhlular. Mazlumları öğütsünler diye, zalimlerin değirmenine su taşıyan zavallılar...
Belki de oyunun son perdesi oynanıyor. Dünün Jön Türklerinin, Ittihatçılarının yerini, bugünün, Dhkpc lileri, pkk lıları, Ypg lileri, Fetöcüleri, Deaş lıları almış. Bunlar, dün düşmanla iş tutanların bugünkü mirasçıları olarak tarihi tekerrür ettiriyorlar.
Sloganları aynı, hayatları aynı, düşünceleri aynı, iş birliği yaptıkları klikler aynı. Bunlar, Kabil'in 'Yeniçerileri"
Kabilin mirasçılarına karşı, Habil'in mirasçıları olarak uyanık olmalı ve mabede bu bezirgânları sokmamalıyız.
Kimden ve neden korkuyoruz? Kürt-Turk kardeşliğinin ve ümmet bilincinin bağrına sokulan hançerden. Çanları duymuyor musunuz? Kulaklarınız tıkalı mı? Yalnızız. Doğudan ve batıdan düşman topraklarımıza girmek ve ümmetin birliğini parçalamak üzere. Bu topraklar bu kadar ihaneti kaldıramaz.
Türk, Kürt , Arap ayırımına gitmeden bir ve beraber olarak, Ümmet bilincine ve Habil'in mirasına sahip çıkmalı ve kardeşliğimizi diri tutmalıyız. Hakikatın ve tarihin emri birlik olmaktır. Her birimiz diğerinin hukukuna sahip çıkarak ve kardeşlik hukukuyla, el ele ve gönül gönüle vererek ve bu ihanet çetelerinin karşısında olanca gücümüzle dim dik durmalıyız.
Size Asım'ın yeni nesli diyorum. Asım'ın yeni nesli diyorsam buna mecbur olduğunuz içindir.
"Asımın nesli... diyordum ya... nesilmış gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek."
( Mehmet Akif Ersoy)
Siz, bir kavgaya doğdunuz ve daha göçüp gitmeden, bu kavganın kıyameti kopacak gibidir. Öyleyse, gelecek nesiller, bir savaş sonrasının zafer türkülerini söyleyenler olmalıdır. Tarih sizi, kopuk bir geçmişten, gelecek büyük zamanlara uzanmış bir köprü diye görmeli, siz bir kere varolduğünuz için bütün istikballer korkusuz olmalıdır. Sizden öncekilerden aldığınız iman ateşini neslin ruhu yapacak ve yaşayacaksınız. Allah'ın emaneti altında ezilmeyecek, çökmeyecek insanımızı hayatınızla gerçekleştireceksiniz. Zaman bütün kudurganlığı ile üzerinize saldırsa da, siz yıkılmaz kayalar gibi kalacaksınız. Asım'ın yeni nesli, siz hayatı böyle kahramanlaştıracaksınız.
Dünya kahpeleşti bir kere, ama siz diz çökmeyecek boyun eğmeyeceksiniz. Ve kuracağınız dünya perspektifini sizden alacaktır...
Yolunuz çetin, yükünüz dünyalar kadardır. Çünkü tarihi akışınız hedefinden saptırılmış, çünkü milletiniz aldadılmıştır; siz tarihi mecrasına oturtmakla mükellefiniz .
Ümmet beraberliğiniz, istikbale taşıyan gelecek nesillerin ruh mayası olacaktır. Tarihin ve Allah'ın emri birliktir, bir olacaksınız.